 |
Bagajda Sedona Var! |
Akdeniz Turuna, Denizli-Kuşadası-Selçuk Turu dönüşü hemen ardından çıkacağım için bir gecede malzeme ve eşyaları hazırlayıp Mtb'ye atlayıp pedallar doğruca Denizli Otogarına doğru dönmeye başladı. 29 Ağustos Cuma günü öğleden sonra otogardan
Isparta’ya bilet alıyorum. Bisikletimin sadece ön tekerleğini söküp, Kamil Koç’un bagajına
güzelce yerleştiriyorum. 3,5 saat süren yolculuğun ardından Isparta Otogarına giriyoruz.
Mümin
ile haberleşip anlaştığımız için otogarda beni bekliyordu.Eşyalarımı ve bisikletimi bagajdan alıp Müminin otogarın hemen arkasında kaldığı eve geçiyoruz. Üzerimi değiştirip kısa bir şehir turu atıp şehir merkezinde bir arkadaşla buluşup bir a kahve molası veriyorum ve biraz laflıyoruz. Fakat muhabbet o kadar uzamış ki Müminle konuştuğumuz eksik birkaç malzemeyi almak için tekrar buluşacağımızı unutuyorum. Neyse ki Mümin hatırlatıyor ama çoktan kendisi çıkıp malzemeleri çoktan tamamlamış bile…
Birlikte eve geçiyoruz. Akşam yemeği olarak bir şeyler atıştırıp, bisikletlerin heybelerini takıp,son kontrollerimizi yaptıktan sonra yarın başlayacak
olan turun heyecanı ile uykuya dalıyoruz…
1.GÜN 30
AĞUSTOS 2014 CUMARTESİ
TOPLAM YAPILAN KM
;
98.7km
SÜRÜŞ ZAMANI
;
5h 48m
ORTALAMA HIZ
;
17 Km/h
MAXİMUM HIZ
;
59.0km/h
YÜKSEKLİK FARKI
;
1059m-200m
Sabah kahvaltımızı yaptıktan sonra saat 8;00 da
bisikletleri aşağıya indirip pedallamaya başlıyoruz, ilk petrol istasyonundan
benim tekerlere hava basıp Isparta valilik meydanına yöneliyoruz. Bugün
Zafer Bayramı olması nedeniyle, valilik binası al bayraklarla donatılmış
hemen valilik önünde durup birkaç tura başlangıç fotoğrafı alıyoruz. Ve ‘’
Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır. Zafer Bayramınız kutlu olsun.’’ sloganıyla startımızı veriyoruz.
 |
Isparta Valilik Önü - 30Ağustos 2014 |
Meydanda ki Süleyman
Demirel’in heykelinin yanından geçerken, heykelin köşesindeki metalden yapılan
bisiklet dekorasyonu gözüme çarpıyor hemen, sanki ben buralardayken yoktu bu
motif… Halıkent, Ayazmana derken
Isparta’dan uzaklaşmaya başlıyoruz. Kuşadası- Selçuk Turundan yeni geldiğim için
kondisyonum iyiydi pek zorlanmıyordum. Derken aşılmaz dağlar uzaktan
zirvelerini göstermeye başlıyor ve tatlı sert rampalara tırmanış başlıyor. Rampaların eğimi arttıkça artıyor ve tepeler aşılmaz hal alınca yardımımıza hemen tüneller yetişiyor. Bizim
Denizli civarında ulaşımda pek tünel kullanmadığım için baya ilgimi çekiyorlar.
Kazak-1 tünelini geçiyoruz biraz ilerledikten sonra hemen arkasından Kazak-2
tüneli geliyor. Hemen önünde durup su ve fotoğraf molası veriyoruz.
 |
Bu ''KAZAK''lar bir harika dostum. |
Tünelin girişinde birkaç fotoğraf aldıktan kısa bir süre sonra
yolumuza devam ediyoruz. Bu Kazak tünelleri pek uzun olmasa da ( kazak-2; 158m
uzunluğunda) içerisinde ilerlerken dikkatli olmanız gerekiyor. Işıklandırma iyi
olmasına rağmen, tünel içinde kenarlardaki 1 metreye yakın kaldırımları
kullanıyoruz. Kaldırımın taşları boşluklu olup hareket etse de daha güvenli
olduğu kesin.
 |
Tünellerde güvenlik amaçlı kaldırımları kullandık. |
Bir süre sonra rampalar, sıcaklığında etkisiyle kendisini
hissettirmeye başlıyor. Rampaların devam etmesi bir taraftan enerjimizi
sömürürken bir yandan da susuzluğumuzu hat safhaya çıkartıyor. Eeee.. Eğer
bilmediğiniz bir bölgede rampa tırmanışına başlarsanız bitimi tahmin
edemediğiniz için kendinizi yolun durumuna göre ayarlamanız oldukça zor oluyor.
Devam eden bu rampalarda 2 sulukta bulunan sularımız tamamen tükeniyor ve su
ihtiyacımızı karşılamak için bir yer bulamıyoruz. Tek umudumuz tırmanışın
bitmesi ya da bir su kaynağı ile karşılaşmaktı. Derken yol kenarında kaynamaya
yakın bir su kaynağı da hevesimizi kursağımızda bırakıyor ve yola devam ediyoruz.
Neyse ki fazla ilerlemeden bir rampa daha tırmanıyoruz bir de ne görelim yolun
solunda bir yol kenarı seyyar satıcısı ve onun yanında şarıl şarıl akan kaynak
suyu. Hemen yanına pedallıyoruz ve soğuk mu diye bakıyoruz ki bize buz gibi
geliyor. Mümin dayanamayıp hemen çeşmenin önündeki küçük havuza ayaklarını, akan
suyun altına da kafasını sokuyor.
 |
Müminin su kaynatmasına ramak kala |
Bu esnada yanda incir satan çocuk, çeşmenin
yanında bulunan su termosundaki buzlu suyundan içebileceğimizi söyleyince,
birer bardak buzlu sudan içip suluklarımızı da akarsudan dolduruyoruz. Ardından
Mümin çeşme başında bir şeyler atıştırırken bende etrafa bakınırken az ileride
yere uzanmış dinlenmekte olan iki bisikletçi görüyorum ve hemen yanlarına
gidiyorum. Daha sonra Mümin’e haber veriyorum, birlikte kısa bir muhabbet ediyoruz; Kendileri Adapazarı’ndan yola çıkmış iki
çılgın bisikletçi, yaşları 30-40 arasında, ikisinin de bisikletleri oldukça
sağlam( birinin ki surrly diğerininkinde trek marka tur bisikleti), pek yükleri
yok bagajın üzerinde küçük birer çanta, birde surrly’nin arkasında ek olarak
küçük bir sopa ( sorunca sopanın, yoldaki köpeklerin dilinden iyi anladığını
söylüyorlar), konaklamaları hep otellerde yapıyorlarmış. Adapazarı’ndan Ege kıyılarını gezerek Antalya’ya
ulaşmışlar 2 gün dinlenip tekrar yol çıkmışlar ve Kütahya’ya ulaşmaya
çalışıyorlarmış. Laf arasında da Denizli’de Cankurtaran rampalarının canlarını
çok yaktığını söylemeden edemediler. Tur için maddiyat sıkıntısı olmayan bu iki
turcu abimiz nedense kendilerine oldukça eziyet etmekten de geri kalmamışlar.
150-130km pedallamak için öğle sıcaklarında dahi bisiklet sürmenin cezasını,
ağır güneş yanıklarıyla hatta birinin bacağında açılan küçük yarıklarla
ödemişler. Zıt istikametlerde yol aldığımız için geldiğimiz yollar hakkında
karşılıklı bilgi alış verişinde bulunuyoruz. Daha sonra yan taraftaki sudan
onları da haberdar edip hemen yolumuzu koyuluyoruz çünkü Mümin oldukça acıkıyor bir an önce küçük market tarzı bir yer bulup bir şeyler alıp atıştırmak için
bir yerde öğle molası vermemiz gerekiyor. Aldığımız bilgilere göre önümüzde pek
rampa yokmuş. Az önce çıktığımız rampaların iniş kısmına geçiyoruz, biraz
sallandıktan sonra yolun solunda bir market görüyoruz, Mümin atıştırmalık bir
şeyler alıyor ve fazla duraksamadan, mola yerimize doğru devam ediyoruz. Öğle
sıcaklığının iyice bastırdığı sıralar da Gölbaşı Dinlenme Tesisine ulaşıyoruz.
 |
Gölbaşı Dinlenme Tesislerinde Öğle Molası
|
Bir şeyler atıştırdıktan sonra kısa bir mola
için uzandığımız çimlerde hava sıcaklığından ve bulunduğumuz yerin ağaçlık ve
serin serin esmesinden dolayı 1-1.5 saat uzanıp kalıyoruz. Göle karşı birkaç
resim alıp, sıcaklığında etkisinin geçmesiyle beraber tekrardan yola
koyuluyoruz. Göl kenarında ilerlerken yine kısa kısa duraklayıp fotoğraflar
çekiyoruz. Fotoğraf işi tamamlanınca artık bir daha mola vermeden Kezban
Yengelerin köyüne doğru pedallar dönmeye devam ediyor. Mümin ne kadar bahsetse
de daha önceden hiç görmediğim ve bilmediğim için kafamdaki Kezban Teyzelerle
ilgili değişik soru ve düşüncelerle ilerliyorum. Yolda bir süre ilerledikten
sonra yol çalışmasının olduğu bir kısma geliyoruz yol kenara yığılan kumlardan
dolayı daralmış emniyet şeridini kum yığınları kapatmıştı. Bu da bizim için
trafikte ilerlemeyi zorlaştırıyordu. Çalışmadan dolayı yol neredeyse tek şeride
düşmüş haldeydi, yanımızdan geçen araçlardan sıçrayan taşlar, kaldırdıkları toz
duman hem görüş mesafemizi azaltıyor hem de ilerlememizi zorlaştırıyorlardı.
Derken soğuk su sebili görüp bisikletimle yanaşıyorum; elimi yüzümü yıkayıp su
içtikten sonra Mümini bekliyorum. Bir süre sonra Mümin geliyor, o su içerken
ben mola verdiğimiz yerdeki eski ev ve arkasında bulunan çapa makinasından
birkaç fotoğraf alıyorum derken yanımıza bir amca yaklaşıyor.

Nerden gelip
nereye gittiğimizi sorup gençliğinde kendisinin de esnafken her yere bisiklet
ile gittiğini anlatıyor. Kısa
bir muhabbetin ardından önümüzde ki son rampayı tırmanıp Kezban Teyzelere
ulaşmak için tekrar pedallar dönmeye başlıyor. Ama rampada şartlar daha da
zorlaşıyor önümüzden ve yanımızdan geçen büyük araçların kaldırdığı beyaz toz
yüzünden neredeyse göz gözü görmüyor yolun bir kısmında tehlike durumu teşkil
ettiği için bisikletimden inip emniyet şeridinin de dışına çıkıp yolun dışından
çıkıyorum. Rampa bitiminde çalışma bittiği için toz duman da kesiliyor,
üzerimde bir karış beyaz toz katmanı ile yol yapım şirketinin şantiyelerinin
yanında Mümini bekliyorum. Müminde gelince birlikte Kezban Teyzelerin köyüne
kadar pedallıyoruz, köy yolunun hemen girişinde Jandarma karakolunun önünde
oynayan çocuklarla Mümin selamlaşıyor, birkaç metre ileride köprü başında hemen
Osman Amca ile karşılaşıp, selamlaşıyorlar. Önceden bu köye gelip kendini
tanıttığı hemen belli oluyor. Osman Amca “bizim geleceğimizden haberdar
olduğunu ve Kezban teyzenin bizi beklemekte olduğunu” söylüyor. Sonradan
öğreniyorum ki Osman amca Kezban yengenin eşi oluyormuş. Biz Karataş Mağarasına
doğru devam ediyoruz ama ben de gittikçe iyice meraklanıyorum çünkü bizim köye
benzer bir köye girdik ve köy evleri dar sokaklardan ilerliyoruz ben biraz daha
turistik bir yer bekliyordum. Neyse derken karşımıza bir yazı çıkıyor “Karataş
Mağarası” . Bir bakıyorum normal bir köy evinin giriş kapısı yalnız içeride
lokantaya benzer büyükçe bir yapı önünde sıra sıra masalar sandalyeler geniş
bir bahçe…
 |
Kezban Teyzelerin Karataş Mağarası Lokantası |
İçeriye girmemizle birlikte selamlaşmalar başlıyor Mümini bahçedeki
herkes tanıyor. Hemen bizi sofraya oturtuyorlar. Ben bu arada ufaktan etrafı
gözlemliyorum; bahçenin diğer bir köşesinde kurulu bir kıl çadır, önünde koca
bir ağaç altında yayık, keklik kafesi ve içinde 2şerden ayrı bölmelerde 4
keklik –muhtemelen eşler halinde ayrılmışlar- yine orada da yemek için kurulu
masalar, aşağı tarafta 2 katlı büyük bir köy evi önü yeşil çimlik. Bizim
oturduğumuz kısımda yine masalar sıralı karşımızda yemeklerin geldiği bir
mutfak, mutfağın içinde ocaklık-ocaklık, yanmakta ve üzerinde saç sacın
üzerinde çaydanlık- yemek yapmak için tüplü ocak, yerde yufka, gözleme yapmak,
için yastağaç…
 |
Çayımız Bile Odun Ateşinde Pişiriliyor |
Mutfağın yanında duvarın kenarında yemeğe hazır kavanozda
zeytinler, sirkeler, turşular, yerde Fethiye’de daha önce gördüğüm kaktüs
yaprakları ve üzerinde o an için bilmediğim meyvesi… Kezban Teyze oğluna –Sefa,
Kezban Teyze’nin üniversiteyi kazanan oğlu- sesleniyor, duş almamız için
dayısının evini bize göstermesi için. Az önce gördüğüm karşıdaki eve doğru
ilerliyoruz, evin hemen önündeki ağacın gövdesine çimlerin üzerine
bisikletlerimizi bırakıp birkaç malzeme alıp eve çıkıyoruz. Ev tam bir çiftlik
evi tipinde, içeriye girince bir oda bir salon şirin bir yer salonu oldukça
büyük yerde yine sofra için üzeri örtülü bir yastağaç, karşısında tavana kadar
taşla örülü bir şömine, ön tarafta oldukça geniş tahtadan bir balkon…
Duşlarımızı aldıktan sonra Kezban Teyzelerin yanına gidiyoruz… Hemen masamıza
kuru fasulye, pilav, turşu, gözleme ve yayık ayranları getiriliyor. Biz yardım
etmek isteyince yerimizden bile kaldırmıyorlar, bizim yorgun olduğumuzu
söyleyip oturup yemeğimizi yememizi çayı ocağa koyduklarını söylüyorlar..
 |
Yemekler Fena Aaa Dostlar |
Kendileri bir taraftan kendi işlerine bakarken bir taraftan da Kezban yenge halimizi
hatırımızı soruyor. Daha sonra Aynur Teyze ile yanımıza oturup benimle de
tanışıyorlar, onlara Müminle nasıl nerden tanıştığımızı anlatıyoruz. Bu arada işini bitiren Sefa yanımıza geliyor.
Mümin, Kezban teyzelerle muhabbete devam ederken ben yanıma oturan Sefayla
konuşmaya başlıyorum. Biraz
sohbet ettikten sonra az önce gözüme takılan kaktüs meyveleri geliyor aklıma ve
sormadan edemiyorum. Hemen ikram etmek istiyor Sefa, hayır gerek yok desem de
dinlemiyor hemen kardeşlerine birkaç tane soyup hazırlamalarını söylüyor.
Ardından bana dönüp anlatmaya başlıyor; Kaktüs bitkisi gibi meyvesi de oldukça
dikenli- dikenleri oldukça ince görünmez, küçük bir dokunmayla eline batıyorlar
ve çıkarmak imkânsız içinde kırılıp sizi saatlerce hatta gün boyu rahatsız
ediyor- olduğu için çatal ve bıçak yardımıyla elle temas etmeden soyulması
gerektiğini söylüyor.
 |
Soyulup Ömer'in midesine inmeyi bekleyen kaktüs meyveleri. |
 |
Bu da soyulmuş yemeye hazır hali ( Ayrıca bu meyveye 'dikenli incir' de deniliyormuş) |
Geçen sene Bodrum turunda da bu meyve ile yol kenarında
bolca karşılaşmamıza rağmen kaktüsün bir tür meyvesi olduğunu düşünmüştüm ama
yeniyor olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Neyse ki bu yaz dayımlarla
Fethiye’ye gittiğimizde bu kaktüsten birkaç yaprak koparıp köye götürüp,
saksıya dikmiştim. Biz laflarken bir tabak içinde kaktüs meyvemiz geliyor-
Denizli’ye gelince buralarda adına dikenli incir denildiğini öğreniyorum.-
kavuna benzer bir tadı var, çok suluda değil susuzda denemez, oldukça bol
çekirdeği var çekirdeklerini ezmesi zor olduğu için refleksle yutmayı tercih
ediyorsunuz ama tadı oldukça hoşuma gidiyor.
 |
Kezban Teyzeler hemencecik toparlanıp bir poz veriyorlar |
Yeme faslı bitip çaylar masamıza geldiğinde
arkamdan Osman amca çıkıp geliyor.- O zaman anlıyorum ki Osman amca Kezban
Yengenin eşi oluyordu- Hemen yanımıza çağırıyoruz onunla da kısa bir muhabbet
ediyoruz. Benim Denizlili olduğumu öğrenince, 4-5 yıl önce Denizli’ye ailecek
geldiklerini söylüyor. Ailecek Pamukkale ve Karahayıt’ı gezmişler. Artık
Denizli’nin o zamandan beri çok değiştiğini söylüyorum. Hava hafiften kararmaya
başlıyor. Bu güzel insanlarla muhabbeti burda kesip yatıp dinlenmek masadan kalkıp köy evimize yöneliyoruz.Sefa da bizimle birlikte gelip evin içerisi oldukça sıcak olduğu için yatacak yer için geniş balkona sinek ve böceklerden korunmalı cibindirik kurmamıza yardım ediyor. Mümin ile günün özetini ve ertesi günün planını tekrar gözden geçirdikten sonra fazla vakit kaybetmeden dinlenmek için uykuya daldık.
 |
Cibindirik sayesinde sineklerden ve böceklerden korunaklı bir gece geçiriyoruz. |
Sabah yine ilginç bir şekilde uyanıyoruz...Horozlar
sabah 4ten beri susmak bilmiyor, ara ara komşunun eşeği ona eşlik ediyor. Geceden beri cirlayan cırcırböcekleri
ne bu kez kuş
ciıvıltıları ekleniyor... Bu arada gece sivrisineklerden korunmak için kurduğumuz cibindirik denen şu melet harika birşey dostlar. Sabah gözüyle çiftlik evine bir göz atıyorum;
 |
Çiftlik evinin salonundan bir görünüm |
 |
Çiftlik evinin yatak odasından bir görünüm |
 |
Gece konakladığımız çiftlik evi |
 |
Çiftlik evinden Kezban Teyzelerin Restorantı |
|
 |
Bahçedeki dekorların içinde Sedonam dahada güzelleşiyor |
Kahvaltıya kadar şu meşhur Karataş Mağarası'nı dolanmak için eşyalarımızı toplayıp Sefa'nın yanına iniyoruz ve Sefa'nın rehberliğinde Karataş Mağarası gezimiz başlıyor.Karataş Mağarası Antalya- Isparta karayolu üzerinde, Kurşunlu ve Düden
şelalelerine yakın, bakımsız ve içine sadece 10 metre girilebilir bir
durumdayken, 2012 yılında Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın izniyle Karataş
İnşaat firmasınca, 2.5 milyon liralık yatırımla 213 metrelik
yürünebilir kısmı, ışıklandırılıp, temizlenerek turizme kazandırılan bir
mekan. Lafı fazla uzatmadan mağara hakkındaki hikayeyi yazıp fotoğraflar eşliğinde yazımızı sonlandırmanın daha faydalı olacağını düşünüyorm.
ELİF İLE KERİM(*)
Rivayete göre, her gece mağara girişindeki deliğin (ŞEYTAN
DELİĞİ) altında şeytanlar toplanır, ibadet etmeyenler bu şeytanları
görür ve diğerlerine şeytanın eşgalini tarif ederlermiş. Hatta geçenin
zifiri karanlığında delik altında toplanıp düğün ve eğlence yaptığına,
besmele çekilmesi halinde kaybolduklarına inanılırmış. ( Besmele;
“Bismillahirrahmanirrahim” sözcüğünün kısaltılmışıdır. “Rahman ve Rahim
olan Allah’ın adı ile” anlamına gelmektedir.) Yörük kızı Elif ile köyün
delikanlısı “Asi”lerden Kerim birbirlerine aşık olurlar. O dönemde (M.S.
1400 civarı) “Yörük”ler ile “Asi”lerin birbirleri ile evlenmelerine
izin verilmemektedir. Sevgililerin aileleri Elif ile Kerim’in ilişkisini
öğrenir ve linç etmek maksadı ile sevgilileri kovalarken, sevgililer
mağarada şeytan olduğu inancıyla kimsenin giremeyeceğini düşünerek,
“Besmele” ile mağaraya girerler. Birbirlerinden güç alarak, mağara
içindeki göl kenarında akan çeşmeye kadar gidip, saklanırlar. Gölün
kenarında, mağaranın içindeki çamurla yaralarını tedavi ederler (ŞİFALI
ÇAMUR). Korkudan birbirlerine sımsıkı sarılmışlardır. Mağaranın içinde,
geceyi gündüzü fark edemediklerinden sadece bu suyu içip uzun süre
saklanırlar.(AŞK ÇEŞMESİ). Bu sudan siz de içiniz, temizdir. İçtiğinizde
aşkınız pekişecek ya da beklediğiniz yaşayamadığınız aşkınıza
kavuşacaksınız. Herkesi sevecek, buradan ayrılırken kendinizi farklı
hissedeceksiniz. Mağaranın içinde yer alan gölün kenarı, Elif ile
Kerim’in yanlarında getirdikleri Kepenek ( kalın bir çoban kıyafeti )
ile günlerce saklandıkları yerdir. Bir gece Elif, saklandıkları yerden
dışarı çıkar ve annesini bulmak için ailesinin çadırının bulunduğu yere
gider. Ancak; Elif’in ailesi yaylaya göç ettiği için çadırı olması
gerektiği yerde bulamaz. Ağlayarak, mağaraya geri dönüp Kerim’in yanına
gider. Bu sırada Kerim’in annesi aşıklara acımıştır ve büyük galerinin
bulunduğu kuyu ağzından (BEKİR KUYUSU) aşıklara ekmek atmaya başlar.
Aşıklarda, ailelerinin ve tüm köyün barışması için sürekli olarak göl
kenarında dua ederler. Göle bakarak (BARIŞ GÖLÜ) barışlarının göl kadar
büyük olması için dua ederler.
ŞEYTAN DELİĞİ : Mağaranın giriş bölümünde hemen yukarıda görülebilir.
ŞİFALI ÇAMUR : Elif ile Kerim’in yaralarına sürdükleri çamurdur. İlk galeriden itibaren sağlı sollu görülebilir.
AŞK ÇEŞMESİ : Mağaranın göl kenarında olan bölümümdedir.
BEKİR KUYUSU : İlk galerinin sonunda yukarıda görülebilir.
BARIŞ GÖLÜ : Mağaranın içinde bulunan göldür.
(*)
http://karatasmagarasi.com/Icerik.ASP?ID=1167
Mağara hakkında detaylı bilgi (kayaçların oluşumu, şifalı çamur ve konaklama vb.);
http://karatasmagarasi.com/ adresinden ulaşılabilir.
 |
Şeytan Deliği |
 |
Mağara içi tamamen ışıklandırılmış ve çoğu kısmı boy yüksekliğinde geniş |
 |
'Aşk'a susayanlara... - AŞK ÇEŞMESİ |
 |
Mağara tabanı sudan arındırılsada sona doğru zeminde su seviyesi artıyor ve yer yer tavan yüksekliği azalıyor. |
 |
İçeride gezinlemek oldukça rahat ve güvenli hale getirilmiş |
 |
Mağara tavanında çokça yarasa görmek mümkün |
 |
Mağaranın hemen giriş kısmına bar görümü verilmiş. |
 |
Makinayı bara sabitleyip hemen bir hatıra fotoğrafı alıyoruz (ortada: Mümin sağda: Sefa) |
 |
Tepemde dikilen kuş içi doldurulmuş bir karakartal |
 |
Sefa ile mağara girişinden bir görünüm |
 |
Şifalı çamur havuzları |
 |
Mağara ağzı |
 |
Çamur havuzları | |
|
Mağarayı gezdikten sonra Kezban Teyzelerin hazırladığı köy kahvaltısıyla karnımızı bir güzel doyuruyoruz ve bir gün daha kalmamız ısraralarını - yolumuzun uzun vaktimizin kısa olduunu belirtiyoruz- kibarca geri çevirerek bisikletlerimizi yanımıza alıp Kezban Teyzelerle bir hatıra fotoğrafı çektirip helallesişip tekrar görüşmek sözüyle yola çıkıyoruz...
 |
Ardımda karakıl yörük çadırı, yanımda yayık her yerde yörük izleri bulmak mümkün |
 |
Tanımasaydım, farkında olmasam da hayatımda büyük bir boşluk oluşturacak o güzel insanlar; Kezban ve Aynur Teyze |
Gerçekten harika bir yazı olmuş emeğine sağlık 😆😊
YanıtlaSilTeşekkürler Hilal hanım diğer yazılarım için takipte kalın :)
SilMükemmel bir yazı, güzel bir Atnalya turu olmuş. bakınca insanın iştahını kabartıyor. Yaz gelsin bir Antalya turuda ben yapacağım inşaallah.
YanıtlaSilTeşekkürler Kadir abi bu Tur geçen yaz düzenlediğimiz Isparta-Antalya-Kemer-Kaş-Kalkan-Fethiye rotasında güzel bir sahil turuydu vaktim oldukça hatırladığım kadarını boloğumda yazıya aktaracağım İnşallah. Şimdiden size iyi pedallamalar :)
Sil